Biten Kitaplar, Hayata Dair.... #kom2020



Devamlı haber izleyen biri değilimdir.

Ama son günlerde yaşananlar, şehitler...diğer dünyada ki siyasi, politik ve doğal afetlere bakınca içim de daralmıyor değil; hepimiz gibi....
Aklıma hep yabancı sinema filmleri geliyor. Hani o bilim-kurgu, fantastik, ütüpyo adı altında uyarlanan; kaos, doğanın katli, dünyanın felakete sürüklenişi.....virüs salgını...

Ve o zamanda bir korkudur alıyor beni... "Ne yetmiyor?" acaba bize bu alemde diye düşünüyorum!...

Bu yıl denildiği gibi, hepimizin de hep dediği gibi; felaketlerle geçti Mart ayına kadar.... evet günlük yaşama devam ediyorum/z.... şehitlerimize dua ediyoruz..... hatta eğer sosyal medyada acı ile haber paylaşmıyorsanız, laf bile söylüyorlar.... lakin illa ki acımızı, içimizin daraldığını, hissettiğim duyguyu, gece yastığa başımı/zı koyduğum/uz da hisettiğimiz ağrıyı, ettiğimiz duayı bunlar mı belirliyor?

Gerçekten yıldım; her şehit olayında internetten ekran karartmaktan vs.... çünkü bazı duyguları anlatmaya yetmiyor.
Şunu da belirteyim paylaşanları eleştirmek için yazmıyorum.... herkesin ifade ediş biçimi, anlatımı farklı oluyor.....




Bu ayı dört kitap ile kapatıyorum... 
Bir ara canım hiç okumak istemedi... İki kitabı grup okuması olduğu için bitirdim ki... ikisini de çok severek okudum. Sadece bu aralar böyleyim.... sorun değil;biliyorum ki buda geçecek......

"Acıyla Çarp Kalbim/

“Benim hikâyem sona erdi.
Artık senin hikâyen anlatılacak.”
 
Arka kapak yazısı böyle başlıyor..
Kısa ama öz bazı duyguları çok güzel aktarmış yazar. Yazarın tanıtım kısmında şöyle diyor;

1967’de Kobe’de, çok sayıda diplomat, politikacı ve yazar yetiştirmiş bir ailenin kızı olarak doğdu. Yaşamını Çin’de, ABD’de, Bangladeş’te, Birmanya’da ve Laos’ta sürdürdü. 17 yaşında Belçika’ya döndü ve Batı’da yaşadığı kültür şoku onu yazmaya itti. Klasik filoloji eğitimi aldı. 

Henüz başka kitaplarını okumadım ama ekledim aklıma. ÖZellikle acıyı, aile içi iletişimi, kopukluğu ve bağı anlatırken seçtiği kelimeler çok içe dokunuyor.
Bu kitabında da güzel bir anne, herkes tarafından beğeniliyor ve bunun farkında. Küçük yaşta evleniyor ve anne oluyor. Kızı kendinden bile güzel, kendi itibarı sınıf içinde azalında kıskançlığı daha da ön plana çıkıyor ve kızını yok sayıyor. Sonra bir kız ve bir erkek evlat daha doğuruyor ve olaylar başlıyor. Anlatmayayım daha fazla değil mi?

Sonrası  "Vadim O kadar Yeşildi Ki/ "

Yordam Kitap Yayınevi'nin çevirilerini çok beğeniyorum. 
Klasiklerden olan bu kitabı #1nobel1klasik grubu ile okuduk. Her ay bir nobel ödüllü klasik kitap okuyoruz. 
Aslında konusu bizim hiç de yabancı olmadığımız bir konu... Maden İşletmecliği, çlışanların çalışma koşulları ve ailelerin çektikleri...
Morgan Ailesi Cadi'de yaşamaktadırlar. Kalabalık bir aile, yaşadıkları bölgede sözleri geçen bir aile.
Ailenin babası madende çalışır. Daha sonra abiler sırasıyla işe girer.... Ama sonrası işletmenin değişmesi, grev, haklar derken... yaşanan maddi ve manevi sıkıntıların aileyi ve çevre komşuları etkilemesi...
Yokluk, hastalık, dedikodu, ihanet..... Arka kapak yazısı şöyle;

İngiliz romancı Richard Llewellyn’in başyapıtı Vadim O Kadar Yeşildi ki, 20. yüzyılın başlarında Galler bölgesindeki bir madenci ailesinin yaşadıklarını tarihsel bir bakış açısıyla anlatır.
İlk başta Morgan ailesinin en küçük üyesi Huw’un gözünden, madende çalışan, şarkı söyleyen, mutlu ve tok işçilerin anlatıldığı masalsı bir hikâyedir bu. Sonrasında, kapitalizmin yok ettiği neşe ve ışığın, hiçleşen emeğin, katledilen doğanın ve değişen toplumsal yapının destansı romanı haline gelir.
Huw, Angharad, Bronwen, Dai Bando, Cyfartha, Bay Gruffyyd, Owen, Davy, Marged, Gwilym, Beth, Ceridwen gibi okurda iz bırakacak kişiler bir yana, anlatıdaki esas karakterler vadi ve madendir.
Edebî tasvirlerle geçiştirilmeyip insan hayatına yön veren, insanla birlikte değişen birer güç olarak resmedilen bu ana karakterler üzerinden, masumiyetin ve dayanışmanın yeşilinin, cürufun açgözlü, vahşi siyahına bulanışını izleriz.  Heyecan verici olduğu kadar şiirsel bir dilin de içine çekildiğimizin ve unutamayacağımız bir kitaba dokunduğumuzun her an farkında olarak…
1939 yılında yayımlanan, 1940 yılında uzun seneler kalacağı “çok satanlar listesi”ne giren, 1942’de sinemaya uyarlanan (ve beş dalda Oscar ödülü alan), yazarını ve İngiltere’nin sınırlarını çoktan aşıp dünyanın her yerinde hayran kitlesi edinen Vadim O Kadar Yeşildi ki, Gani Yener’in güzel Türkçesiyle Yordam Edebiyat’ta.

Hatta Murat Bardakçı'nın 16/05/2014 yazısında şöyle yazıyor...
Richard Llewellyn'ın tarih boyunca en fazla satan romanlardan olan ve filmi de yapılan "Vadim O Kadar Yeşildi ki" isimli kitabını bulup romanın kahramanı Huw'un ağzından yazdıklarını okursanız, Victoria zamanındaki madencilerin kaderi ile Soma'daki facia arasında yakın benzerlikler kurabilirsiniz.
 Diğer kitabımız;
"Benim Adım Kırmızı/ Orhan Pamuk" 


Tek kelime ile Orhan Pamuk zekasına, ince detayları anlatımına, bazı duyguları dışa vururken seçtiği kelimleri öyle güzel anlatıyor ki sizi rahatsız etmeden..işte bunlara hayranım.

Ve özellikle bir çok insanın günlük hayatta es geçtiği, gördüğü ya da fark emediği bir çok detayı romanlarında anlatması büyük bir incelik...
Bu ayki Ot Dergi'de röportajı var ve okuyun derim. Nerden neyi yakalıyor anlıyorsunuz.
Bu kitabında unutulmaya yüz tutmuş nakkaşların, eski destanların, özellikle de "Ferhat İle Şirin" minyatüründen yola çıkarak bir katli, nakkaşlığı anlatıyor.....
Tek bana göre eksiği; keşke bir kaç minyatür resmi olsaymış kitapta dedim okurken....
Arka kapak yazısı;
1591 yılında İstanbul’da karlı dokuz kış gününde geçiyor. İki küçük oğlu birbirleriyle sürekli çatışan güzel Şeküre, dört yıldır savaştan dönmeyen kocasının yerine kendine yeni bir koca, sevgili aramaya başlayınca, o sırada babasının tek tek eve çağırdığı saray nakkaşlarını saklandığı yerden seyreder. Eve gelen usta nakkaşlar, babasının denetimi altında Osmanlı Padişahı’nın gizlice yaptırttığı bir kitap için Frenk etkisi taşıyan tehlikeli resimler yapmaktadırlar. Aralarından biri öldürülünce, Şeküre’ye âşık, teyzesinin oğlu Kara devreye girer. İstanbul’da bir vaizin etrafında toplanmış, tekkelere karşı bir çevrenin baskıları, pahalılık ve korku hüküm sürerken, geceleri bir kahvede toplanan nakkaşlar ve hattatlar sivri dilli bir meddahın anlattığı hikâyelerle eğlenirler. Herkesin kendi sesiyle konuştuğu, ölülerin, eşyaların dillendiği, ölüm, sanat, aşk, evlilik ve mutluluk üzerine bu kitap, aynı zamanda eski resim sanatının unutulmuş güzelliklerine bir ağıt.


Ve son kitabımda; "Sarı Duvar Kağıdı/CHARLOTTE PERKINS GILMAN"

Başta pek bişey anlayamadım okurken... Sonra sonra anladım ki; aslında bir kadının korkuları, hezeyanları anlatılıyor... Özellikle çizimler bir harika idi. Yayınevini tebrik ediyorum.

Yazarı biraz araştırınca hayat hikayesi dolu dolu.... Şöyle ki nette der ki;
Deliliğin sınırlarında yalnız bir kadın portresi… 
Birinci dalga feminist akımın önde gelen isimlerinden Charlotte Perkins Gilman’ın kaleme aldığı, Maria Brzozowska’nın resimlediği Sarı Duvar Kâğıdı, Delidolu’nun resimli kitaplar koleksiyonundaki yerini alıyor.
19. yüzyıl edebiyatının en önemli metinleri arasında gösterilen Sarı Duvar Kâğıdı, sinirsel buhranları nedeniyle sayfiye evinde “dinlenmeye çekilen” bir kadının toplumsal rollerin baskısı altında adım adım delirmesini anlatıyor.
Sanatsal çizimleri ve sert kapaklı özel baskısıyla koleksiyon değeri taşıyan bu sarsıcı öykü, şimdiye dek delilik üzerine yazılmış en kült eserlerden biri olarak anılıyor.
Feminist edebiyatın kilometre taşlarından Sarı Duvar Kâğıdı, doğumdan sonra yaşadığı sinirsel buhranları yüzünden hekim olan eşinin tavsiyesiyle dinlenmeye çekildiği yazlık malikânede, kocasının ve görümcesinin kontrol ve baskılarına rağmen gizlice yazı yazmaya çalışan ve kaldığı odadaki sarı duvar kâğıdının deseninden yola çıkarak halüsinasyonlar görmeye ve delirmeye başlayan bir kadının hikâyesini anlatıyor.
Toplum içerisinde keskin biçimde ayrılmış olan kadın erkek rollerini eleştiren Sarı Duvar Kâğıdı, aynı zamanda ruhsal olarak “hasta” olduğu gerekçesiyle okumaktan ve yazı yazmaktan alıkoyularak eve hapsedilen kadın imgesini temsil ediyor.

"Bu kâğıtta benim dışımda kimsenin bilmediği ve hiçbir zaman bilemeyeceği şeyler var. Desenin kırık bir boyun gibi yana sarktığı yerde bir çift pörtlek göz baş aşağı beni süzüyor."
   

Yorumlar

  1. Keyifli bir yazı okudum teşekkür ediyorum.

    YanıtlaSil
  2. Bazıların not aldım.Kitap okumayı ve başkasının o kitaplarla ilgili yazılarını okumayı seviyorum.♥️

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bende sizin gibi düşünüyorum İnci. Bazı kitapları, yorumlara göre alıyorum. 🦋💖 iyi geceler

      Sil
  3. Amelie Nothombe'u instagramında görüp hemen sipariş etmiştim ben de Güşah'cım, keyifli okumalar:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Keyifle oku Eren'cim. Kısacık ama hiç unutmayacağım bir hikâyesi vardı....
      Selamlar, sevgiler 🦋

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Amasya Gezisinden Kalanlar....

Nerde Kalmıştık?

Günlük, Sergi Gezisi